Bundan önceki HİCRET-1 başlıklı yazımda; Mekke döneminde yaşanan, hicretin gerekçelerini ve hazırlık safhalarını SEVR mağarasına kadar belirtmiştim. Bu yazımda ise, SEVR’İN SIRLARINI ve sonraki safhaları arza çalışacağım.
İlk bakışta, Hak yolun mensuplarının horlanıp kovularak, yurtlarından çıkarılması gibi görünen HİCRET: İyi analiz edildiğinde görülür ki, Haddi-zatında Allah’ın(c.c.) izni ve emriyle Nübüvvet nurunun inkişafıdır.
Hicretle ilgili Ayet, Hadis, Siyer ve diğer tarihî kronolojik bilgileri topluca mutâlaa ettiğimizde; 2 ana başlık öne çıkmaktadır:
1- Allah’ın Rasûlü ve aziz ashabının doğup büyüdükleri yurtlarını, yuvalarını, mallarını, mülklerini, ailelerini sırf Allah(c.c.) için geride bırakarak, Din’i-mübîn uğrunda gösterdikleri BÜYÜK FEDAKÂRLIK,
2- Servetiyle, saygın kişiliğiyle, aile fertleriyle, dürüstlüğü ve fedakârlığıyla sadık bir dost ve zor zamanda yol arkadaşı olan Hz.Ebu-Bekir’in YAR’I-GAR’I-NEBİ OLMASI. Böylece ümmetin bir numarası olması.
Nitekim, hicretle ilgili Tevbe süresi 40. Ayette, Sevr mağarasında yaşananlar ve konuşulanlar anlatılırken, bahsedilen iki kişiden birisi olan Hz.Ebu-Bekir’e, dal’bil-iktiza yoluyla HİLÂFET VE VERASET’İ-TAMME MAKAMI verildiği anlaşılmış, böylece Silsile-i Sâdâtın ilk halkası tescil edilmiştir.
Hz.Ömer (r.a.) bunu anladığı ve bildiği için, bir gün yanında Hz.Ebu-Bekir (r.a.) in adı geçince şunları söylemiştir: “ Ömrümdeki bütün amellerimin, Ebu-Bekir’in Rasûlüllah ile mağarada geçirdiği bir gece gibi olmasını çok isterdim.”
Hicret yolculuğunu anlatırken Hz.Peygamberimiz: -“Allah benim göğsüme (mağrifet,hikmet ve füyûzat olarak) ne dökmüşse, ben de hepsini Ebu-Bekr’in göğsüne döktüm.” buyurarak, ALTIN ZİNCİRİN İLK HALKASINA İŞARET EDİYORDU.
İslâmiyetin tebliğ ve irşat safahatında müstesna bir hamle mahiyetindeki HİCRET HADİSESİNİN en kritik noktası, SEVR mağarasında geçirilen üç gün üç gecelik zaman dilimidir. Şöyle ki;
Gece karanlığında mağaranın önüne geldiklerinde, Hz.Ebu-Bekir (r.a.) –“Allah aşkına ben girmeden sen girme. Mağarada haşerat ve yırtıcı hayvanlar bulunabilir.” Dedi ve içeri girerek elleriyle etrafı yokladı ve düzeltti. Gördüğü birkaç deliği gömleğiyle tıkadı. Kalan bir deliği de topuğuyla kapatarak, Rasûlüllah’a “Buyurun!” dedi.
Mağaraya giren Rasûlüllah, yorgunluktan bîtap vaziyette başını Ebu-Bekir’in dizine koyup uyudu. O esnada (Ef’a isimli) bir yılan içeri girmek arzusuyla, Hz.Ebu-Bekir’in topuğunu ısırdı. Canı çok acıdığı halde Rasûlüllah’ı uyandırmamak için kımıldamadı. Ancak gözlerinden akan yaş yüzüne damlayınca Rasûlüllah uyanarak durumu gördü. Büyükçe ve zehirli bir yılan vardı. Yılana hitaben, -“Benim arkadaşıma, sırdaşıma acı vermekten utanmıyormusun?” buyurdu. Yılan: -“Ey insan ve cinlerin peygamberi! Sana sadece insanlar ve cinler değil, tüm canlılar âşıktır. Seni görmek için yıllardır burada bekliyorum. Özür dilerim. Beni affet” dedi. Rasûlüllah özrünü kabul etti ve Hz.Ebu-Bekir’in yarasına mübarek tükürüğünü sürdü, yara hemen kapandı.
Onlar mağarada dinlenirken, Mekke’de Hane’i-saadeti sarmış olan müşrikler güruhu, ortalık ağarınca kanlı infaz için, içeriye daldıklarında, yatakta Hz.Ali’yi görerek şaşkına dönmüşlerdi. Hz.Ali (r.a.) onlara “Siz onu çıkıp gitmeye zorladınız. O da çıkıp gitti. Nerede olduğunu bilmiyorum” dedi. Ebu-Cehil de başlarında doğruca Hz.Ebu-Bekir’in evine geldiler. Kapıya çıkan kızı Hz.Esma (r.a.) “Babamın nerede olduğunu bilmiyorum” deyince, öfkeden kudurmuş durumdaki Ebu-Cehil, Hz.Esma’nın yanağına bir tokat vurdu. Kızın küpesi kulağından fırladı.
Mekke’nin her tarafını arayıp tarayan müşrikler, Rasûlüllah’ı ve Hz.Ebu-Bekir’i bulamayınca, onları ölü veya canlı getirene yüz deve verileceğini ilan ettiler. Her kabileden ikişer silahlı genç yanlarına ünlü iz sürücü Alkame’yi de alarak peşlerine düştüler. İz sürerek SEVR mağarasının yakınına kadar geldiler. İçeriden müşriklerin sesleri duyuluyordu. Alkame; “Vallahi aradığınız kişiler bu mağaradan öteye geçmemiştir. Bu civardadır.” diyordu.
Müşrikler sağı solu aradılar. Mağaranın girişinde yuvalanan yabani güvercinleri ve örümcek ağlarını gören Ümeyye ibn’i-Halef içeri bakmadı. Arkadaşlarına “Bu yuvalar ve örümcek ağları Muhammed doğmadan çok önce örülmüştür” dedi. Geri döndüler.
Hz.Peygamberimiz ve sadık yol arkadaşı Hz.Ebu-Bekir, Perşembe gecesi geldikleri mağarada Cuma, cumartesi ve pazar; üç gün üç gece kaldılar. Bu süre içinde Hz. Ebu-Bekir’in oğlu Abdullah (r.a) hava kararınca mağaraya gelir, Mekke’de olup bitenleri naklederdi. Hz.Ebu-Bekir’in kızı Esma (r.a.) da geceleri gizlice yiyecek, içecek getirirdi. Hz.Abdullah ve Hz.Esma (r.a.) bu hizmetlerinden ötürü büyük himmet ve teveccühe mazhar olmuşlardır.
Mağarada baş başa üç gün üç gece kaldıkları süre içinde; Hz.Ebu-Bekir’in rabıta ve zikr’i-kalbî yoluyla nasıl üzüntü ve korkudan kurtulduğunu, neler konuşulduğunu ve bundan sonraki safhaları önümüzdeki hafta, inşallah HİCRET-3 başlıklı yazımda izaha çalışacağım.
HÜDAYA EMANET OLUN.
Şevket Tandoğan standogan06@hotmail.com